SİVAS İKİ TEMMUZ/ METİN CENGİZ

SİVAS İKİ TEMMUZ/ METİN CENGİZ

SİVAS BİR MİLATTIR

 

Kültürde

Sivas’ta 37 kişinin katliamı bir arzunun gerçekleştirilmesiydi. Arzu mekanizmasının kıyama dönüştürülmesi. Aslında gösteri ve şov zinciri tüm iletişim ağlarında, sorgulanmaya bile mahal kalmadan, söylem olarak ortaya çıktı. Hem de tüm hakiki çehresiyle. Artık Türk tipi lâik devletten söz etmek bile olanaksız. Bu tarih otokratik devletin gerçekleşmeye başlangıç miladı da olmuştur. Çünkü devletin tek meşru tabanı, öldürme hakkı verdiği bu kesimdi (!) Meşruiyetini böylesi olayları devam ettirerek sağlamaya çalışması da bunu ispatlıyor.

Sivas’ta yakılan gerçek insanlarla insan figürü de bir defa daha katledildi. Bir defa daha, çünkü o gün orada geçmiş tarih ortadan tüm içeriğiyle kalktı. Artık ortak normlardan söz etmek günümüz gerçekliğiyle olanaksız. Herkes, başkalarını kendi değer yargılarından kalkarak cezalandırabilir. Eğer bu kitle halinde yapılırsa devlet, hükümeti ve muhalefet partileriyle cezalandırandan yana o kıyamda yerini alabilir, almaktadır. Ortada insan yok artık. İnsan kılıklı, öldürmeye koşullandırılmış varlıklar söz konusu. Çünkü figür Madımak Oteli’nde alev ve kül içinde yok edildi. Devlet ve partilerle elbirliğiyle.

Sivas kıyamı, gerçeğin oyun olarak oynandığının hakikatiydi. Bütün kurumlar yerindeydi. Tarih saati saatine işliyordu. Gerçekteyse öyle gözüküyordu. Kurumlar yoktu. Tarih geriye doğru çarkları zorlama gayreti bile duymadan işlemeye başlamıştı. Çünkü figürünü kaybetmiş insanlar başka türlü düşünmenin olanaksızlığı içindeydi. Kendi kendini mahveden insanlık şimdiki zamanın lanetli bilinciyle öldürmeye, yok etmeye kurulmuştu Bunun hezeyanı, o günkü basından bütün çıplaklığıyla görülebilir. Ben alıntılar yaparak sayfaları daha fazla kirletmek istemiyorum.

Sivas ulus olarak da us dışına çıktığımızın da göstergesiydi. Sivas sadece sürüklendiğimiz yolda bir uğrak yeriydi. Ama milat olarak oldukça önemli bir uğrak yeri. Us dışına çıkarak aynı zamanda tarihin dışına da çıkılmıştı. Yalnızca savrulan bir tarih dışı yerdeyiz, o kadar!

Bütün düşünürler insanın us dışına çıkmasının sürekli olmadığını söylerler. Çünkü bu aşılabilir bir konumdur. İnsan insani olmayan ilişkiler yerine insani ilişkiler içine girme sürecindedir, vb. denir. Ama öznel gerçekliğimiz, tarih olarak donmuş noktaya geri döndüğümüzü göstermektedir. Sivas, Çanakkale, Boyabat olayları bunun kanıtıdır. Özgürlük yolunda ilerlediğimiz safsatası da böylece gün yüzüne çıkmıştır. Bu zoraki hareketin doğal olmayan tek vebali ise ne devletin, ne partilerin. Hepimizin içinden fışkıran lanettir bu.

Us tarihi bir süreçtir. Sivas olayı bu sürecin yapısal olarak ad konulabileceği bir olaydır. Yapısal çünkü, yapı olarak uslaşma sürecinin dışında olduğumuzu göstermiştir. Yapımızda usa yer olmadığını göstermiştir. Tarihin donduğu yerde, baş eğme hazzı, kitlesel kıyamla yer değiştirmiştir. Devlet, yapı olarak insani olmayan ilişkiler içine girilmesinde us dışında kalarak, bu hazzı paylaşmıştır. Bu da usun devletten çoktandır dışlandığının imidir.

Sivas, toplumsal paranoya ve şizofreninin dışavurumudur. Evrensel yol alışta kendi toprağından savruluş, kendi öz tarihi dinamiklerinden savruluş, tarihin donma noktasında seyreden ideolojilerin isyanını haklı gibi göstermektedir. Bu da gerçeğin oyun olarak oynanmasının sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Acz içindeki kurum ve kuruluşların aczinin nedeni de bu savruluştur. Çünkü ben, bir yandan bizim olmayan topraklara savrulurken, savrulmuş olduğu bugünkü konumundan dolayı şizofrenisini habire katlamaktadır. Donmuş noktaya geri dönüşte, dinin yeniden ideolojileştirilme çabaları sonucu, evrensel yol alışta, öz dinamiklerinden soyunmakla kıyam meşrulaşmıştır. Mevcut olan kaostur. Hiçtir. Çünkü bu temsiliyeti temsil etmesi gerekenler, iflas içindedir. Temsiliyetin kendisi de.

Tarihin donmuş noktası eski bir temsiliyet biçimini meşrulaştırma gayreti içindedir. Kıyamın bu meşruiyetin en önemli aracı olduğu gösterilmiştir. Devlet de söylem olarak aynı meşruiyet biçimini paylaşmıştır. Bu paylaşmada, diğerinin meşrulaşma biçiminin ilkelliğini gösterme gayreti de gizlidir. Bu da köylü kurnazlığıdır. Devlet çarıklı erkanı harp gibi akıl yürütmektedir. Muhalefet de öyle.

Tahrik, kıyam söylemlerinin geri çekilip sığındığı bir bahanedir. Bahane ise hem insan sağlığına, hem insani eyleme zararlıdır. Ancak gerçekten de insan için (!)

Şiir, bu bahanenin “Şuara” suresi dolayısıyla, en uygunudur.

Bu bahaneyi devletin kullanması ise oldukça anlamlıdır. Yukarıda söylediklerimizi doğrulamaktadır bu. Aksi bir tutum, bu devlete gerçekten de yakışmazdı.

Çünkü devlet için de, kıyamı gerçekleştirenler için de gerçek tehlike şair ve şiirdir. Bu da doğrudur. Hakiki muhalif onlar değil midir yoksa?

 

 

Şiir’de

Şairin (!), şairin ve şiirin katledilmesini onaylaması ne ola?

Onaylayan şairin bittiğini gösterir bu. Aslında çoktan bittiğini.

Şimdi, İsmet Özel’e bakıldığında, bitmiş olduğunu hemen ayırt edebiliriz. Gündem uğruna kendini feda eden biridir o yalnızca. Gündem iktidardan başka bir şey değildir.

İsminin gündeme gelmesinin biçimi de başka türlü değildir. Şiiri kadar, lafızlarıyla becermiştir gündeme gelmeyi. İkinci Yeni’nin namusu lekelenmiştir.

İsmet Özel’in özelliğinin farkında olmak gerek. İsminin etrafındaki hale kan sızıyor. Solcu Özel’in Müslüman özel olması adının etrafında bir hale yaratmıştı. Bu günaha onaylayanlar da dahildir. Şimdi herkesin nezdinde takke düştü kel göründü.

Oysa şair, payelerin uzağındadır. Gündemin de. Yani iktidara düşmandır. Günlük kaygılar içindeki okuyucuya ise oldukça uzaktır. Hiçbir zaman özelleşmez! Okuyucu öldürebilendir. Öldürmeye fetvalıdır.

Bu nedenlerle özel meselesi gerçek hiçbir şairin umurunda olmamalı. Bu bahis de burada kapanmalı. Metin Altıok bu bahsin kapanmasını tavrıyla ortaya koymuştur. Yanmayı bilerek. Savunmayı bilerek. (Özellerin iddiasının aksine!)

Şairin mücadelesi boyun eğmek için değildir. Şair bundan sonra da boyun eğmeyecektir. Boyun eğmek için (sonradan) mücadele verenler gerçek şairlerin tahrik etme hakkını kullanmasına her zaman neden olanlardır da. Sivas katliamı bu tahrik hakkını küfür etme hakkına dönüştürmüştür. Anlaşılan tek dil küfürdür çünkü!

Şair hiçbir yaftayı kabul etmeyendir. Yafta, ona ihtiyaç duyanlar içindir. Yafta, paye içindir.

Şair ortak fantasmalardan uzak durandır. Onun fantasması sadece şiirsel bir araçtır. Fantasmalardan insanlığın çektiğine bakıldıkta Fantasma baskıyı meşrulaştırır, meşrulaştırmıştır. Bu nedenlerle ortak fantasmalara gayrık yeter!

Gerçek şair bir çeşit ruh arınması yaşayandır. Ruhsal arınma ardında değildir. Buna ihtiyacı yoktur. Kendi fantasması olmayan şair okunarak ruh arınmasına girmek olanaksızdır. Böylesi sözler, paye ardındaki şaire verilen payeye katmaktadır yalnızca.

Sivas gerçekliğin oyun olarak yaşanmasına izin vermeme günüdür de! Bu gün, şair ve şiirin savunmasıyla anlamını bulacaktır. Şairin gerçek kodudur bu. Kodlamanın dışında çıkma günü Sivas’la bitmiştir. Sosyalleşme kendi öz yurdunda olasıdır. Yurdunun, toprağının dışına çıkarak sosyalleşme payede bedenleşmek anlamınadır. Böyle bir eksikliği duyumsamaz şair. Böyle bir isteğin çıktığı bir arzu mekanizmasına sahip değildir şair. Çağımıza yarından bakan biri olarak şair gününü, çağını ve yöntemlerini sorgulayandır da ondandır bu.

Sivas 2 Temmuz (10 Derginin ortak yayını), 1994; ayrıca Şiir, Biçim, Biçem adlı kitapta da yayımlandı.